38,0128$% 0.09
41,5613€% 0.23
48,4331£% -0.13
3.675,22%0,94
3002003฿%2.22063
59644Ξ%4.02958
15 Temmuz 2025 Salı
Kuşadası Soğucak Mahallesi’nde kamu çalışanlarına yıllarca hizmet veren SGK Eğitim ve Dinlenme Kampı, Özelleştirme İdaresi tarafından satışa çıkarıldı. TMMOB Mimarlar Odası Kuşadası Temsilciliği, bu girişimin kıyıların ticarileştirilmesi, kamu mülkiyetinin sermayeye devri ve sosyal devlet ilkesinin ihlali olduğunu vurgulayarak, ihalenin durdurulmasını ve kamusal kullanımın korunmasını talep etti.
Haber İçeriği:
Denize sıfır konumdaki Kuşadası Soğucak Mahallesi’nde yer alan SGK Eğitim ve Dinlenme Kampı’nın özelleştirme kapsamında satışa çıkarılması, kamuoyunda büyük tepki çekti. 24 Temmuz 2025 tarihinde gerçekleştirilecek ihaleyle 45.000 m²’lik bu kıymetli kamu arazisinin tahmini bedeli 3,3 milyar TL, geçici teminatı ise 100 milyon TL olarak belirlendi.
TMMOB Mimarlar Odası Kuşadası Temsilciliği tarafından yapılan açıklamada, bu satışın yalnızca bir mülk devri değil; kıyıların özel yatırımlara açılması, kamu yararının göz ardı edilmesi ve sosyal devletin temel ilkelerinin zedelenmesi anlamına geldiği belirtildi. Açıklamada, SGK Kampı’nın 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra depremzedelere geçici barınma alanı olarak hizmet verdiği ve bu yönüyle bir dayanışma mekânı olduğunun altı çizildi.
2022 yılında yapılan plan değişikliğiyle kamp alanı “Ticaret-Turizm Alanı” ve “Günübirlik Tesis Alanı” olarak yeniden düzenlendi. Yeni imar planında yapı yoğunluğu artırılarak kat yüksekliği 5 kata, emsal değeri ise E=1.20’ye çıkarıldı. Bu düzenlemenin, kıyı bölgesinde öngörülen yapılaşmanın boyutlarını gözler önüne serdiği vurgulandı.
Ayrıca, söz konusu alan, zemin yapısı itibariyle “sıvılaşma riski taşıyan önlemli alan” statüsünde. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayladığı Mikrobölgeleme Etüt Raporu’na göre yapılaşma açısından ciddi mühendislik önlemleri gerektiriyor. Buna rağmen özelleştirme girişiminin sürdürülmesi, hem ekolojik hem de can güvenliği açısından büyük risk oluşturuyor.
Mimarlar Odası, söz konusu plan değişikliğine karşı Danıştay 6. Dairesi’nde açılan davanın devam ettiğini hatırlatarak, hukuki süreci tamamlanmamış bir taşınmazın satışa çıkarılmasının hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu belirtti.
TMMOB Mimarlar Odası’nın talepleri şöyle sıralandı:
Kampın satışı, Anayasa’nın 43. maddesine ve Kıyı Kanunu’na da aykırılık teşkil ediyor. Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır ve herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olmalıdır.
TMMOB Mimarlar Odası Kuşadası Temsilciliği, “Kıyılar halkın ortak mirasıdır. Satılamaz, devredilemez, yapılaşmaya açılamaz.” diyerek mücadelelerini sürdüreceklerini, süreci hukuki ve teknik düzlemde izlemeye devam edeceklerini belirtti. Tüm yetkili kurumlar göreve çağrılırken, Kuşadası halkına da kıyılar ve kamu alanlarının savunusu için birlikte ses çıkarma çağrısı yapıldı.
📄 Basın açıklamasının tamamına ulaşmak için:
🔗 https://izmimod-service.saasdev.net/storage/EditorUpload/original/sgk-kampi-ozellestirme-degil-dayanisma-alanidir-1752423517.pdf
Kadına yönelik şiddet, Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele ettiği en temel toplumsal sorunlardan biri olmayı sürdürüyor. Eşit Nesiller Derneği’nin hazırladığı “2023–2025 Karşılaştırmalı İl Şiddet Verileri Raporu”, bu sorunun hukuki boyutunu derinlemesine inceleyen önemli bir kaynak olarak kamuoyuna sunuldu. Rapor, Ankara, Adana, Diyarbakır ve İstanbul Barolarına yapılan başvurulardan elde edilen verilerin analiziyle hazırlandı ve kadına yönelik şiddet vakalarının coğrafi dağılımı ile birlikte sistemsel aksaklıklarını gözler önüne serdi.
Rapor, kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel değil, aynı zamanda ekonomik, psikolojik ve cinsel boyutlarıyla da ele alınmasının gerekliliğini vurguluyor. Özellikle barolara yapılan başvurularda en sık rastlanan şiddet türünün fiziksel şiddet olduğu görülürken, ekonomik şiddetin de yaygınlaştığına dikkat çekiliyor. İstanbul Barosu, başvuru sayısında öne çıkarken, Ankara ve Adana’daki vakalarda da belirgin artışlar gözlemlendi.
Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise başvurularda sıklıkla dile getirilen hukuki destek eksikliği. Kadınların büyük bir bölümü, şiddet gördükleri halde yasal sürece başvurmaktan çekindiklerini belirtiyor. Bu durum, hem hukuki bilgi eksikliğinden hem de adalete erişim konusundaki güvensizlikten kaynaklanıyor. Hukuki danışmanlık hizmetlerinin yetersizliği, kadınların sistemden yeterince faydalanamamasına neden oluyor.
Diyarbakır özelinde yapılan analizde, başvuruların önemli bir kısmının kırsal alanlardan geldiği, bu bölgelerde adli destek mekanizmalarına erişimin sınırlı olduğu görülüyor. Bu durum, coğrafi ve kültürel etkenlerin, kadına yönelik şiddetle mücadelede ne kadar belirleyici olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ayrıca İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde artan dijital şiddet vakaları da dikkat çekici veriler arasında yer alıyor.
Eşit Nesiller Derneği raporunda, veri temelli politikaların gerekliliğine ve hukuki sürecin güçlendirilmesi ihtiyacına özellikle vurgu yapılıyor. Raporun sonuç kısmında, barolar arası veri entegrasyonunun sağlanması, adli destek hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve kadınlara yönelik bilgilendirme kampanyalarının artırılması gibi çözüm önerileri sıralanıyor. Ayrıca koruma kararlarının uygulanmasındaki eksikliklerin giderilmesi ve kadınlara özel hukuki destek birimlerinin kurulması öneriliyor.
Dernek, raporu yayımlarken şu açıklamayı yaptı: “Kadına yönelik şiddetle mücadelenin en önemli adımı, gerçekleri görmeye cesaret etmek ve bu gerçekler üzerinden politika üretmektir. Hukuki başvurular, bize sadece sayı vermiyor; aynı zamanda sistemin nerede tıkandığını da gösteriyor. Kadınlar adalete ulaşamıyorsa, adalet herkese uzak demektir.”
Baro verileriyle hazırlanmış bu kapsamlı analiz, yerel yönetimlerin, kamu kurumlarının ve sivil toplumun daha etkili iş birliği içinde çalışmasının önemini de hatırlatıyor. Özellikle yerel düzeyde şiddetle mücadele mekanizmalarının güçlendirilmesi ve kadın danışma merkezlerinin artırılması gerektiği belirtiliyor.
Tüm bu bulgular, Türkiye’de şiddetle mücadelede yalnızca cezalandırıcı değil, aynı zamanda koruyucu ve önleyici politikaların geliştirilmesine duyulan ihtiyacı ortaya koyuyor. Eşit Nesiller Derneği’nin bu kapsamlı çalışması, yalnızca veri sunmakla kalmıyor; aynı zamanda karar vericilere bir yol haritası sunuyor.
Tam metne ulaşmak ve detaylı verileri incelemek için:
🔗 Rapor Linki – eşitnesiller.org
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) tarafından yayımlanan “Kadın Mülteciler 2025” raporu, Türkiye’deki kadın mültecilerin karşı karşıya olduğu toplumsal, ekonomik ve hukuki sorunları ayrıntılı şekilde ele alıyor. Buradan erişilebilen rapor, kadınların gündelik yaşam mücadelelerini ve toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerle mücadelesini çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
Türkiye’de göçmen kadınların yaşam koşulları, sadece göç statülerinden değil, kadın olmaktan kaynaklanan eşitsizliklerden de etkileniyor. Bu çift yönlü dışlanma; eğitim, sağlık, istihdam, adalete erişim ve toplumsal katılım alanlarında keskin şekilde hissediliyor. Kadın mülteciler, çoğu zaman sosyal hizmetlerden yeterli düzeyde faydalanamıyor ve yaşadıkları şiddet vakaları görünmez kalıyor.
Rapora göre kadın mülteciler, özellikle cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimde ciddi engellerle karşılaşıyor. Devlet hastanelerindeki dil bariyeri, kültürel farklılıklar ve yetersiz bilgilendirme, kadınların bu hizmetlerden faydalanmasını zorlaştırıyor. Hamilelik, doğum ve çocuk sağlığı gibi konularda yeterli destek alamayan kadınlar, çoğu zaman hayati risklerle karşı karşıya kalıyor.
Eğitim alanında ise kız çocuklarının okullaşma oranı düşüklüğü dikkat çekiyor. Ailelerin ekonomik sıkıntıları, toplumsal baskılar ve erken yaşta evlilikler, özellikle ergenlik dönemindeki kız çocuklarının eğitimden kopmasına neden oluyor. Bazı bölgelerde mülteci kız çocuklarının %50’den fazlası ortaöğretimi tamamlayamıyor.
Mülteci kadınlar en çok toplumsal cinsiyete dayalı şiddet karşısında yalnız kalıyor. Ev içi şiddet, cinsel saldırı, zorla evlendirme gibi vakaların çoğu resmi kayıtlara yansımıyor. Güvenlik güçlerine başvurmak, kadınlar için çoğu zaman çekinilen veya mümkün olmayan bir seçenek oluyor. Raporda, kadınların yaşadığı şiddet biçimlerinin yaygınlığı kadar, bu şiddeti bildirme ve destek alma konusundaki isteksizlik de vurgulanıyor.
Kadın mülteciler aynı zamanda kayıtdışı ve düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Hak ihlallerine uğrayan kadınlar, çoğu zaman şikâyet mekanizmalarından habersiz ya da işlerini kaybetme korkusuyla sessiz kalıyor. Güvencesizlik, ekonomik bağımsızlığı ve sosyal entegrasyonu da olumsuz etkiliyor.
Raporda yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının rolü özel olarak vurgulanıyor. Belediyelerin sosyal hizmet kapasitesinin güçlendirilmesi, kadın dostu hizmet alanlarının artırılması ve çok dilli bilgilendirme çalışmaları yapılması öneriliyor. STK’ların sahada yürüttüğü çalışmalar—hukuki destek, psikososyal danışmanlık, barınma gibi—hayati öneme sahip.
Ancak bu destek mekanizmalarının sürdürülebilirliği, kamu politikalarıyla desteklenmediği sürece sınırlı kalıyor. Bu nedenle, devlet-STK iş birliğinin güçlendirilmesi ve yerel düzeyde kaynak aktarımının artırılması gerekiyor.
CEİD’in raporu, sadece sorunları ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda çözüm önerileri de sunuyor. Kadın mültecilerin sosyal politikaların oluşturulma sürecine aktif katılımı, raporun öne çıkan önerilerinden biri. Ayrıca, kadınların karar alma mekanizmalarında temsili, şiddetle mücadele programlarının yaygınlaştırılması ve kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi, toplumsal eşitsizliklerle mücadelede kritik adımlar olarak görülüyor.
Türkiye’de yaşayan kadın mülteciler, yalnızca “yardım edilen” bireyler değil, aktif yurttaşlık haklarına sahip bireyler olarak tanınmalı. Bu bağlamda, göç politikalarının toplumsal cinsiyet perspektifiyle yeniden tasarlanması, bütüncül ve kalıcı çözümler için zorunludur.
Hayvan Hakları Platformu Türkiye, son dönemde artan hayvana yönelik ihlallere dikkat çeken sert bir açıklama yayımladı. Açıklamada, özellikle sistematik hale gelen sokak hayvanlarının ortadan kaybolması, domuzların sokak ortasında vurulması ve eşeklerin şehir dışına “taşınması” gibi olaylara tepki gösterilirken, geçtiğimiz günlerde yaşanan bir aslanın vurularak öldürülmesi olayı ise bardağı taşıran son damla oldu.
Platform açıklamasında, “Aslan sahaya çıkmadı, insan onun dünyasına girdi” diyerek, bu ölümün sadece bir güvenlik zafiyeti değil, sistematik bir değer kaybı ve yaşam hakkı ihlali olduğunu belirtti.
Vurularak öldürülen aslanın yaşadığı yerin, demir parmaklıklarla çevrili, doğal yaşam koşullarından uzak bir alan olduğuna dikkat çeken açıklamada, bu tür “koruma alanlarının” aslında canlıları beton içinde tutan, onları doğal yaşamdan koparan birer tutsaklık mekanı olduğuna vurgu yapıldı. Platform, bu tür yerlerin doğaya ve canlıya saygıyı değil, kontrol ve ihmalin birer göstergesi olduğunu ifade etti.
Hayvan Hakları Platformu Türkiye, yayımladığı mesajda şu örneklere de yer verdi:
Tüm bu olayların ortak bir gerçeğe işaret ettiğini belirten platform, “Bu topraklarda ölüm tür seçmiyor; köpeğiyle, kedisiyle, domuzuyla, eşeğiyle, aslanıyla tüm canlılar aynı kaderi paylaşıyor” ifadelerini kullandı.
Hayvan hakları savunucuları bu ihlallere karşı daha güçlü bir kamuoyu oluşturulması gerektiğini vurguluyor. Platformun çağrısı açık: “Görüyoruz, unutmuyoruz, susmayacağız. Bu çığlık hepimizin!” Sosyal medyada büyük yankı uyandıran açıklamaya destek veren yüzlerce kişi, #Susmayacağız etiketiyle paylaşımlar yaptı.
Hayvan Hakları Platformu Türkiye, yaşanan her ihlalin kayıt altına alınacağını, sorumluların tespit edilip kamuoyuna duyurulacağını bildirdi. Hayvana şiddetin Kabahatler Kanunu çerçevesinde değil, Türk Ceza Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan platform, daha caydırıcı yasal düzenlemeler yapılması ve yerel yönetimlerin bu konuda şeffaf ve hesap verebilir biçimde çalışmasının zorunluluğunu dile getirdi.
Açıklamanın sonunda şu ifadeler dikkat çekti:
“Bir ülkenin gelişmişliği yalnızca ekonomik verilerle değil, sokaktaki en savunmasız canlının yaşam hakkına gösterdiği saygıyla ölçülür. Bu bir vicdan mücadelesidir. Ve biz o vicdanı hatırlatmaya devam edeceğiz.”
Sürdürülebilir kalkınma vizyonuyla genç mühendisleri ve yenilikçi fikirleri destekleyen “Sürdürülebilirliğin Sorumlu Mühendisleri” projesi, bu yıl ilk kez erken aşama girişimcileri odağına alan kapsamlı bir mentorluk programı ile karşımızda. Sürdürülebilirlik Adımları Derneği (SADE) tarafından Grundfos Türkiye iş birliği ve Grundfos Foundation (PDJF) desteğiyle yürütülen program, gençlerin toplumsal ve çevresel sorunlara mühendislik tabanlı çözümler geliştirmesini hedefliyor.
Program, 18–30 yaş aralığındaki gençlerin liderlik ettiği ekipleri hedef alıyor. Katılım koşulları arasında, ekipte en az bir mühendisin bulunması ve girişimin teknoloji temelli, sürdürülebilirlik odaklı bir çözüm sunması gerekiyor. Ayrıca, fikir aşamasını geride bırakmış, çözümünü küçük ölçekte test etmiş ya da uygulamaya başlamış girişimler başvurabiliyor.
Katılımcıların, 6 aylık mentorluk sürecine düzenli ve aktif katılım göstermeyi taahhüt etmeleri gerekiyor. Bu süreç boyunca birebir mentorluk oturumlarının yanı sıra farklı alanlarda uzman mentorlarla çevrimiçi toplu mentorluklar da gerçekleştirilecek.
Seçilen 5 girişim, SADE ve Grundfos Türkiye gönüllü mentorlarıyla eşleştirilerek bireysel destek alacak. Bu süreçte:
Ayrıca programa kabul edilen tüm girişimler, farklı disiplinlerden uzman mentorların katıldığı çevrimiçi mentorluk atölyelerinde deneyim paylaşımı ve ortak öğrenme fırsatı yakalayacak.
Türkiye’de mühendislik ve girişimcilik ekosistemi içinde sürdürülebilirlik perspektifiyle yola çıkan girişim sayısı sınırlı. Bu mentorluk programı, genç mühendislerin sürdürülebilirlik odaklı düşünmesini teşvik ederken, teknoloji ile sosyal etkiyi bir araya getiren çözümlerin de çoğalmasına katkı sağlamayı amaçlıyor.
Ayrıca, programın değerlendirme sürecinde cinsiyet eşitliği, sosyoekonomik çeşitlilik, coğrafi dağılım ve ekip çeşitliliğigibi kapsayıcı kriterler de dikkate alınıyor. Bu sayede girişimcilik desteğinin daha adil ve dengeli bir şekilde dağıtılması hedefleniyor.
Başvurular bu form üzerinden alınacak ve ön değerlendirme sonrası kısa listeye kalan girişimlerle çevrimiçi görüşmeler yapılacak. Nihai seçim sürecinin ardından mentorluk programı başlayacak.
📅 Son başvuru tarihi: 14 Temmuz 2025 Pazartesi, saat 17.00
📧 Sorularınız için: info@surdurulebilirlikadimlari.org
Sürdürülebilirliği merkeze alan bir girişiminiz varsa ve teknolojiyi toplumsal faydaya dönüştürmeyi hedefliyorsanız, bu program tam size göre! Genç mühendisler olarak sesinizi duyurmak ve fark yaratmak için bu fırsatı kaçırmayın!